Öğrencim Rozerîn, öğretmenim Sarya – OSMAN OĞUZ
Gönderilme zamanı: Cmt Nis 22, 2017 12:25 am
Öğrencim Rozerîn, öğretmenim Sarya – OSMAN OĞUZ
Yazılanların çoğu, henüz bir çocuk olduğunu anlatıyordu; hemen hepsinde, fotoğraf çekmeyi çok sevdiği söyleniyordu. Aslında gizliden, Rozerîn ile ‘öldürülebilir kılınmış’ silahlılar arasına bir çizgi çekilmek isteniyordu sanki.
“Sarya arkadaş, en genç kadın yoldaşlarımızdandı ve savaş tecrübesi ya da herhangi bir eğitim alma durumu yoktu. Fakat düşmanı vurma istemi ve cesareti örnek alınacak bir duruştu. Henüz kötülüğün uğramadığı temiz yürekli Sarya arkadaşa, başına taktığı kırmızı bezden dolayı ‘kızıl ordu’ diye hitap edilmeye başlanmıştı. Sokaktaki düşmanın hareketliliğini gözetlemek için başını pencereden çıkararak bakmanın tehlikeli olduğunun anlaşıldığı ve uyarıldığı bir dönemde pencereden ayna kullanılmadan bakılmış ve Sarya arkadaş başından vurulmuştu. 8 Ocak’ta yaşanan şehadetin dersleri büyüktü.”
(Sur Direnişi Günlüğü – 3. Bölüm)
Sur direnişçisi Xemgîn Roj’un ‘Sarya’ adıyla bahsettiği, Rozerîn Çukur’dan başkası değil. Ailesinin haftalarca cenazesini beklediği Rozerîn. Şimdiye kadar kimse silah elde savaştığından, hatta savaşmış olabileceğinden bahsetmedi. Yazılanların çoğu, henüz bir çocuk olduğunu anlatıyordu; hemen hepsinde, fotoğraf çekmeyi çok sevdiği söyleniyordu. Aslında gizliden, Rozerîn ile ‘öldürülebilir kılınmış’ silahlılar arasına bir çizgi çekilmek isteniyordu sanki.
Oysa insan, tercihleriyle yaşar. Bir insanı anlamanın yolu, tuttuğu yola bakmaktır. Rozerîn’i özgür iradesi, öz öfkesiyle kendi başına tercih ettiği yoldan ayrı konuşabilir miyiz? Rozerîn’den bahsederken Sarya’ya boşverirsek, hatta Sarya sanki hiç yokmuş gibi davranırsak, gerçekten anlayabilir miyiz?
Farklı nedenleri olabilir, bilmiyorum. Kimi korkuyordur belki; öyle ya, Rozerîn’i sevmek yine kolay, Sarya’yı sevmek çok şeyi göze almak demek. Ya da belki başka birileri, silahlardan bahsetmeye ilanihaye tövbe etmiştir. Bir başkası, silahlardan bahsedince birilerinin “Bak işte, ölümü haklıymış” demesinden endişe ediyordur.
Öyle ya da böyle… Elindeki silahtan bahsetmeden Rozerîn’i anmak, o hikayenin eksik kalmasına neden olur. Rozerîn, hikayenin sonunda, Sûr Direnişi’nde şehit düşen Sarya kod adlı YPS savaşçısıdır.
***
Sûr Direnişi başlamadan yıllar önce, Rozerîn henüz 12-13 yaşındayken, Amed’de öğrencilik ediyordum. Aynı anda, Sur’un Benusen Mahallesi’ndeki, belediyeye bağlı ‘Eğitim Destek Evi’nde gönüllü öğretmenlik. Afedersiniz, Türkçe öğretmenliği… Evet, bir miktar çelişkili bir iş yaptığımızın farkındaydık. Bir kere, sistem müfredatı öğretiyorduk çocuklara. Daha beteri, onu da onların olmayan bir dilde, Türkçe’yle öğretiyorduk. Benim için daha beteri, bunların üstüne bir de, onların olmayan bir dili, hem de devrimci bir duyarlılıkla öğretiyordum. Bu çelişkiyi, devlet okulundakilere hiç benzemeyen öğretmenler olarak, çocukları sanata yöneltmeye çalışarak veya onlara sözgelimi Samed Behrengi okutarak (tabii yine Türkçe!) aşmaya çalışıyorduk belki; ama ne anlamı var ki bunun? Öyle veya böyle, asimilasyonun ‘iyi niyetli’ taşıyıcıları oluyorduk.
***
Rozerîn, o yıllardaki öğrencilerimizden biriydi. Bir yandan sessizliğini, düşünceli hâlini ama diğer yandan küçük kitaplığımıza olan açlıktan nevri dönmüş uzun yol yolcusu gibi ilgisini hatırlıyorum.
Şehit düşmesinin hemen ardından internette yaygınlaşan videoda okuduğu şiiri, okumayı çok istemişti: Yaşamak Şakaya Gelmez. İplik semtindeki Eğitim Destek Evi’yle birlikte yıl sonu etkinliği düzenleyecektik. Niyetimiz, öğrencilerimizle şarkılar söylemek, şiirler okumak, halaylar çekmekti. Şiir için öğrencileri seçmeye başladığımda, Rozerîn de gönüllü oldu. Ona düşen şiiri çok sevmişti. Değiştirmek isteyip istemediğini sorduğumda da “Hayır” dedi.
Günlerce çalıştık. Diğer öğrenciler gibi o da çok heyecanlıydı; sesi titreyerek, elinin teri tuttuğu kağıda bulaşarak okuyordu şiiri. O kadar çok çalışmıştı ki, bir süre sonra aslında ezberledi ama yine de ne olur ne olmaz, elinde kağıtla çıktı günü geldiğinde.
O şiiri özel olarak sevmiş görünüyordu ama neden sevdiğini pek de sorgulamadım o günlerde. Neden sorgulayayım ki? Öğrencilerimizin bir savaşın kızgınlığı içinde büyüdüğünden elbette haberdardık ama açıkçası böyle bir şey olacağını hiç aklıma getirmedim.
Şimdiyse biliyorum, neden bu denli sevdiğini. Nâzım bile kendi dizelerini Rozerîn kadar yaşamamıştır.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
***
Sur Direnişi Günlüğü’nde Rozerîn, ‘henüz kötülüğün uğramadığı temiz yürekli Sarya arkadaş’ diye anılıyor. Lakabı ‘Kızıl Ordu’ imiş, başına bağladığı kırmızı bir bezle gezermiş sürekli. Düşmanı vurmak istiyormuş, cesaretle öne atılıyormuş bunun için. Öyle ya, 17’sinde, yakılmış köyü Herêdan’ın ve bilcümle halkının hafızasını yüklenmiş omuzlarına. Bir tarihin intikamını, kısacık ömrünü adayarak almaya girişmiş. En güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiği, kısacık ömrünün son günlerinde yaşamı fotoğraflamayı kendine amaç edindiği halde… Hem de yüzünü bile görmediği insanlar için, hem de hiç kimse onu buna zorlamamışken.
Güle güle Rozerîn, güle güle Sarya. Sana bir dönem öğretmenlik etmenin ve nihayetinde senin öğrencin olmanın gururunu hayatım boyunca taşıyacağım.
Yazılanların çoğu, henüz bir çocuk olduğunu anlatıyordu; hemen hepsinde, fotoğraf çekmeyi çok sevdiği söyleniyordu. Aslında gizliden, Rozerîn ile ‘öldürülebilir kılınmış’ silahlılar arasına bir çizgi çekilmek isteniyordu sanki.
“Sarya arkadaş, en genç kadın yoldaşlarımızdandı ve savaş tecrübesi ya da herhangi bir eğitim alma durumu yoktu. Fakat düşmanı vurma istemi ve cesareti örnek alınacak bir duruştu. Henüz kötülüğün uğramadığı temiz yürekli Sarya arkadaşa, başına taktığı kırmızı bezden dolayı ‘kızıl ordu’ diye hitap edilmeye başlanmıştı. Sokaktaki düşmanın hareketliliğini gözetlemek için başını pencereden çıkararak bakmanın tehlikeli olduğunun anlaşıldığı ve uyarıldığı bir dönemde pencereden ayna kullanılmadan bakılmış ve Sarya arkadaş başından vurulmuştu. 8 Ocak’ta yaşanan şehadetin dersleri büyüktü.”
(Sur Direnişi Günlüğü – 3. Bölüm)
Sur direnişçisi Xemgîn Roj’un ‘Sarya’ adıyla bahsettiği, Rozerîn Çukur’dan başkası değil. Ailesinin haftalarca cenazesini beklediği Rozerîn. Şimdiye kadar kimse silah elde savaştığından, hatta savaşmış olabileceğinden bahsetmedi. Yazılanların çoğu, henüz bir çocuk olduğunu anlatıyordu; hemen hepsinde, fotoğraf çekmeyi çok sevdiği söyleniyordu. Aslında gizliden, Rozerîn ile ‘öldürülebilir kılınmış’ silahlılar arasına bir çizgi çekilmek isteniyordu sanki.
Oysa insan, tercihleriyle yaşar. Bir insanı anlamanın yolu, tuttuğu yola bakmaktır. Rozerîn’i özgür iradesi, öz öfkesiyle kendi başına tercih ettiği yoldan ayrı konuşabilir miyiz? Rozerîn’den bahsederken Sarya’ya boşverirsek, hatta Sarya sanki hiç yokmuş gibi davranırsak, gerçekten anlayabilir miyiz?
Farklı nedenleri olabilir, bilmiyorum. Kimi korkuyordur belki; öyle ya, Rozerîn’i sevmek yine kolay, Sarya’yı sevmek çok şeyi göze almak demek. Ya da belki başka birileri, silahlardan bahsetmeye ilanihaye tövbe etmiştir. Bir başkası, silahlardan bahsedince birilerinin “Bak işte, ölümü haklıymış” demesinden endişe ediyordur.
Öyle ya da böyle… Elindeki silahtan bahsetmeden Rozerîn’i anmak, o hikayenin eksik kalmasına neden olur. Rozerîn, hikayenin sonunda, Sûr Direnişi’nde şehit düşen Sarya kod adlı YPS savaşçısıdır.
***
Sûr Direnişi başlamadan yıllar önce, Rozerîn henüz 12-13 yaşındayken, Amed’de öğrencilik ediyordum. Aynı anda, Sur’un Benusen Mahallesi’ndeki, belediyeye bağlı ‘Eğitim Destek Evi’nde gönüllü öğretmenlik. Afedersiniz, Türkçe öğretmenliği… Evet, bir miktar çelişkili bir iş yaptığımızın farkındaydık. Bir kere, sistem müfredatı öğretiyorduk çocuklara. Daha beteri, onu da onların olmayan bir dilde, Türkçe’yle öğretiyorduk. Benim için daha beteri, bunların üstüne bir de, onların olmayan bir dili, hem de devrimci bir duyarlılıkla öğretiyordum. Bu çelişkiyi, devlet okulundakilere hiç benzemeyen öğretmenler olarak, çocukları sanata yöneltmeye çalışarak veya onlara sözgelimi Samed Behrengi okutarak (tabii yine Türkçe!) aşmaya çalışıyorduk belki; ama ne anlamı var ki bunun? Öyle veya böyle, asimilasyonun ‘iyi niyetli’ taşıyıcıları oluyorduk.
***
Rozerîn, o yıllardaki öğrencilerimizden biriydi. Bir yandan sessizliğini, düşünceli hâlini ama diğer yandan küçük kitaplığımıza olan açlıktan nevri dönmüş uzun yol yolcusu gibi ilgisini hatırlıyorum.
Şehit düşmesinin hemen ardından internette yaygınlaşan videoda okuduğu şiiri, okumayı çok istemişti: Yaşamak Şakaya Gelmez. İplik semtindeki Eğitim Destek Evi’yle birlikte yıl sonu etkinliği düzenleyecektik. Niyetimiz, öğrencilerimizle şarkılar söylemek, şiirler okumak, halaylar çekmekti. Şiir için öğrencileri seçmeye başladığımda, Rozerîn de gönüllü oldu. Ona düşen şiiri çok sevmişti. Değiştirmek isteyip istemediğini sorduğumda da “Hayır” dedi.
Günlerce çalıştık. Diğer öğrenciler gibi o da çok heyecanlıydı; sesi titreyerek, elinin teri tuttuğu kağıda bulaşarak okuyordu şiiri. O kadar çok çalışmıştı ki, bir süre sonra aslında ezberledi ama yine de ne olur ne olmaz, elinde kağıtla çıktı günü geldiğinde.
O şiiri özel olarak sevmiş görünüyordu ama neden sevdiğini pek de sorgulamadım o günlerde. Neden sorgulayayım ki? Öğrencilerimizin bir savaşın kızgınlığı içinde büyüdüğünden elbette haberdardık ama açıkçası böyle bir şey olacağını hiç aklıma getirmedim.
Şimdiyse biliyorum, neden bu denli sevdiğini. Nâzım bile kendi dizelerini Rozerîn kadar yaşamamıştır.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
***
Sur Direnişi Günlüğü’nde Rozerîn, ‘henüz kötülüğün uğramadığı temiz yürekli Sarya arkadaş’ diye anılıyor. Lakabı ‘Kızıl Ordu’ imiş, başına bağladığı kırmızı bir bezle gezermiş sürekli. Düşmanı vurmak istiyormuş, cesaretle öne atılıyormuş bunun için. Öyle ya, 17’sinde, yakılmış köyü Herêdan’ın ve bilcümle halkının hafızasını yüklenmiş omuzlarına. Bir tarihin intikamını, kısacık ömrünü adayarak almaya girişmiş. En güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiği, kısacık ömrünün son günlerinde yaşamı fotoğraflamayı kendine amaç edindiği halde… Hem de yüzünü bile görmediği insanlar için, hem de hiç kimse onu buna zorlamamışken.
Güle güle Rozerîn, güle güle Sarya. Sana bir dönem öğretmenlik etmenin ve nihayetinde senin öğrencin olmanın gururunu hayatım boyunca taşıyacağım.