1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Kürt sorununda yeni dönem.

MesajGönderilme zamanı: Sal Nis 20, 2010 7:07 pm
gönderen azad_26


Resim

Türkiye’deki siyasi kurumlar, siyaset aktörleri işin ne kadar ciddiyetinde yada farkında bilmiyorum ama Kürt meselesinde bir dönemin sona erdiği ve yeni bir döneme girildiği açıklandı.

Bir dönemin sona erdiğini açıklayan ise 30 yılı aşkındır PKK önderlikli isyanın siyasal/ideolojik ve örgütsel önderliğini yapan Abdullah Öcalan.

Öcalan; PKK’nin resmen kuruluşunun öncesinden başlayan 1973 ile 1983 yılları arasındaki dönemi birinci dönem olarak tanımlıyor.

İkinci dönem ise PKK’nin silahlı mücadeleyi başlattığı 15 Ağustos 1984 ile 1993 yılları arasındaki zaman.

Üçüncü dönemi ise esas olarak 1993 ile 2002 yılları arasındaki süreç olarak tanımlayan Öcalan, bu dönemi AKP’nin iktidara gelmesi ve bölgesel gelişmelerle birlikte 2010 yılına kadar uzattığını söylüyor.

Bu dönemlerin PKK’nin kurucusu ve lideri tarafından yapılmasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Çünkü PKK’nin ilk ortaya çıkışından bugüne kadar bu mücadelenin bütün gelişme süreçlerini belirleyen temel kişidir Abdullah Öcalan.

Şimdi bu süreçlerin tarihte bıraktığı izlere biraz daha yakından bakalım.

I. DÖNEMDE KÜRT MESELESİ

1973-1983 yılları arasında Kürdistan, Türkiye ve bölgede durum nasıldı? PKK’nin aldığı pozisyon neydi? Kürdistan ve Türkiye’de neler yaşanmıştı?

Bütün sorulara ciltler dolusu kitaplar ve çok yönlü yorum analizler yapılarak yanıtlar verilebilir.

1973 yılı 12 Mart darbesinin hemen sonrasıydı.

Son Kürt isyanının üzerinde hayli zaman geçmiş Türkiye basınında “Hayali Kürdistan’ın” mezarları karikatürize ediliyordu.

Devrimci liderlerin tasfiye edilmek istendiği, dünyanın ise çift kutuplu olduğu bir süreç.

Ancak 1973 yılında Urfa’dan Ankara’ya gelen bir genç olan Öcalan, önce Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi’ni, Mahir Çayan’ın önderliğindeki Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP-C) geleneğini toparlamaya çalıştı.

Türkiye devrimci hareketi kendi içinde parçalı yapısını derinleştirerek sürdürdüğü için Öcalan içerisinde Türkiyeli devrimcilerin de olduğu ilk grupla PKK’nin çekirdeğini oluşturdu.

İdeolojik inşaa sürecinin tamamlanması sonrasında PKK’nin ilanına kadar geçen sürecin hemen sonrasında Kürdistan’da Maraş ve Malatya katliamları yaşandı.

Türkiye’de 12 Eylül 1980 faşist darbesi gerçekleştirildi. Diyarbakır Zindan’ındaki zulüm ve zulme karşı direniş tarih sayfalarında yerini almıştı.

Öcalan, böyle bir süreçte PKK’yi kurdu, 12 Eylül öncesi birçok temel kadrosu ile yurtdışına çekildi.

Bu dönemde bölgede İran’da İslam Devrimi gerçekleşmiş, İran-Irak Savaşı’nın ilk yılları bu sürecin içine girmiş, Sovyetler Birliği, Afganistan meselesine giriş yapmış, ABD soğuk savaşı sona erdirmek için türlü türlü oyunların içindeydi.

Öcalan’ın kurduğu hareketi ne 12 Eylül Darbesi, ne Diyarbakır Zindan’ındaki zulüm politikaları ne de bölgedeki gelişmeler durduramamıştı.

Öcalan, hareketini sağlam tutmayı başarmış ve Kürdistan’da uzun süreli gerilla savaşının ilanı hazırlıklarını tamamlamıştı.

PKK bu dönemi “Partileşme dönemiydi. Aslında ideolojik, siyasî, örgütsel çizginin oluşma dönemi” olarak tanımlıyor.

Oluşturulan bu çizgi ile zaman 1984 yılının Ağustos’una doğru ilerliyordu.

ÇÖZÜME YAKLAŞILAN DÖNEM VE ÖZAL’IN TASFİYESİ

1984 ile 1993 yılları arasındaki ikinci dönem ise gerçekten çok yönlü incelenmeyi ve yorumlanmayı gerektiriyor.

Türkiye askeri darbe sonrası Turgut Özal’lı yıllara geçmişti.

Ancak Kürt meselesini sıkıyönetim, olağanüstü hallere geçiş dönemleri ile gizleyip gidermek istiyor, PKK önderlikli Kürt isyanını ise “birkaç çapulcu” değerlendirmesi ile basite alıyordu.

Özal bu basite almayı soru işaretleri taşıyan ölümü ile sonuçlandırdı.

Bu süreçte PKK, gerilla mücadelesi başlatmış, gerilla Kuzey ve Güney Kürdistan’a yayılan bir hat içerisinde mevzilenmiş, Kürdistan’ın mezra, köy, kasaba, ilçe ve kent kıyılarına yayılan ve giderek kitleselleşen bir halk hareketine dönüşmüştü.

Bu dönemde Türk devleti Kürdistan’da işlevsizleşmiş, askerlik yaşına daha gelmeden gençler gerillaya yüzünü dönmüş, Kürt toplumu üzerindeki ölü toprağını atmış “Hayali Kürdistan” bütün bileşenleri ile dirilmiş, halk serhildanlarda yerini almıştı.

PKK’nin kurucusu ve önderi Öcalan’ın etkileyici deyimi ile “Diriliş tamamlanmış sıra kurtuluşa” gelmişti.

Bölgede İran-Irak Savaşı sona ermiş, Saddam, Kürtleri Halepçe’de katletmiş, Sovyetler Birliği ve Balkanlarda reel sosyalizm hızla çözülme sürecine girmiş, ABD küresel egemenliğini perçinleme arayışına girmiş, Avrupa Birliği kendisini etkin kılmak için iç örgütlenmesini hızlandırma çabasına girişmişti.

Özal PKK’nin gerçeğini görmeye başlamış, Kürdistan’da olup/biteni anlamaya çalışmış ve Kürt meselesini Türk devletinin tarihsel alışkanlıkları dışında çözme arayışına girişmişti.

PKK, ilk ve etkili ateşkesini bu süreçte yaptı. Süreç tam olumluya evrilecekken ve çözüm için umutlar artarken günümüze kadar uzayan ve inkar ve imhayı da çok yönlü içeren bir süreç işletildi.

1984-1993 yılları arasında Kürtler askeri alanda, siyasal alanda kurumsallaşmalar yaşamış, gerilla Kürdistan’ın diğer parçalarına da mevzilenmişti.

PKK bu dönemi ise şöyle tanımlıyor: “Bu dönem gerilla temelinde Kürt sorununa çözüm arama dönemiydi. Ulusal kurtuluş stratejisi temelinde silahlı direnişin geliştiği dönem.

” Ortaya çıkan gerilla direnişi Türk devletini Özal şahsında çözüm sürecine çekse de, Türk devletinin Kürt politikasının Özal ile tanımlanamayacağı, Özal’ın sadece bir eğilim olarak kalacağı bir dönem olarak tanımlanması gerektiği ortaya çıktı.

Çünkü Özal, çözüm için önemli olan bir süreçte nedeni tartışmalı olan bir ölüm ile ortadan kaldırılmıştı.

KİRLİ SAVAŞ, ÇETELER VE KÜRTLERİN DİRENİŞİ

İkinci dönemde çözüm için süreç iyi değerlendirilmediği gibi 1993’ten sonraya Türkiye’deki gidişata adına çete, JİTEM, Kontrgerilla vb. denilen oluşumlar damgasını vurmuştu.

1993’ten başlayan 2002’ye hatta günümüze kadar uzanan süreç içerisinde Türk-Kürt ilişkilerini çok yönlü belirleyen olaylar yaşandı.

Bu dönem kendi içerisinde iki alt başlıkta da incelenebilir.

1993’ten 1999’a kadar geçen süreç içerisinde Kürdistan’daki savaş akıl almaz boyutlarda sürdü.

Özel savaş hükümetleri oluşturuldu.

Siyaset askerin vesayetinde yürütülerek toplum biçimlendirilmeye çalışıldı.

Kürt illerinde kontrgerilla, hizbulkontra, köy korucuları, özel tim ekipleri binlerce faili meçhul cinayet işledi.

Kürt yurtseverleri katledildi.

4 bin köy boşaltıldı.

Güney Kürdistan’a sarkan yüzbinlerce askerin katıldığı 25 sınırötesi operasyon yapıldı.

PKK’nin Önderliği’ne karşı uluslararası komplo ile bir kuşatma operasyonu gerçekleştirildi.

15 Şubat 1999’da PKK’nin kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan ABD eliyle Türkiye’ye verildi.

Bu dönem sonrasında Öcalan, Kürt-Türk savaşının çıkmasını engelleyen ve Kürt meselesinin siyasal zemin üzerinde çözüme kavuşturmak için çözüm ve barış sürecinin işletilmesi gerektiğine vurgular yaptı.

1999’dan günümüze kadar geçen süreçte Öcalan, gerillayı Türkiye sınırları dışına çıkardı, savaşı tek taraflı durdurdu, ateşkesler ilan etti.

Kurduğu ve liderlik ettiği örgütü ideolojik, örgütsel ve siyasal olarak büyük bir değişime götürdü.

Bu süreçte küresel alanda 11 Eylül saldırıları olarak tanımlanan olaylar meydana geldi.

“Terörizm” kavramı uluslararası alanda gündemleştirilerek Afganistan’dan Irak’a kadar olan alana ABD öncülüklü askeri ve politik müdahaleler gerçekleştirildi.

Kürdistan’ın güney parçası özerk bir statü kazandı.

Saddam idam edildi. İsrail-Filistin çözümsüzlüğü devam etti.

AB kendi içinde birliğini daha da pekiştirdi.

PKK bu dönemi ise “tasfiye ve çözüm dönemi olarak tanımladı.

” Gerçekten de iç içe geçen bir süreçti.

1 Haziran 2004 tarihinde PKK yeni bir hamle ile “meşru savunma çizgisi”nde gerilla savaşına aktiflik kazandırdı.

Türkiye kendi içinde klasik siyasetinde değişime gitti. Çeteler deşifre oldu.

Yeni çete koalisyonları oluştu. AB’ye uyum süreci içinde bazı değişimlere gidildiyse de, bu Kürdistan’daki savaş durumunu sona erdiremedi.

Oysa 1999’dan 2004’de kadar süren süreçte çatışmasızlık süreçleri yaşanmış, çözüm için hem iç hem de dış konjöktür uygun hale gelmişti.

Ancak bu süreç özellikle son sekiz yılda AKP aktörlüğünde iyi değerlendirilmedi.

Gerillaya askeri ve siyasi tasfiye politikaları dayatılırken, bölgesel ve küresel güç dengelerindeki her çelişkiyi PKK’ye karşı kullanmaya çalışan AKP ve kendisine muhalifmiş gibi görünen CHP ve MHP Türkiye’yi uçurumun kıyısına getirmiş ve ateşin içine atmanın son hazırlıklarını yapmaktadırlar.

Bu dönemi değerlendiren PKK’li yetkililer AKP’nin ve Türkiye siyasetindeki sağ ve sol cephenin son dönemde çözüm yerine çözümsüzlüğün parçası haline geldiğine dikkat çekiyorlar.

PKK’nin kurucusu ve Önderi Öcalan bu durumu “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemi” olarak tanımladı.

Yani “artık tasfiye ve çözümün iç içe yaşandığı dönemin sona erdiği” ifade ediliyor.

AKP’nin açılım söylemleriyle süreci muğlâklaştırmaya çalıştığına vurgu yapan siyasal gözlemciler Öcalan’ın siyasal süreci yeniden netleştirdiğine vurgu yapıyorlar. Bu sürecin çözüme evrilmesi için “Öcalan’ın hazırladığı Yol Haritası’na ve Barış Grupları’nın Türkiye’ye gönderilmesi”nin iyi bir zemin olduğu ancak AKP’nin öncülüğünde bu süreç iyi değerlendirilmediği gibi süreç muğlâklaştırıldı.

KÜRT MESELESİNDE YENİ DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ

PKK çevreleri, içine girilen sürecin yeni bir imha ve tasfiye planları ile hazırlandığını ve bu hazırlığın Londra’nın tarihsel zemini üzerinden Washington-Ankara-Bağdat-Hewler hattında pratiğe dökülmek istendiğine vurgu yapılıyor.

Bazı temel AB ülkelerinden de yardım alan AKP, kendi İslami kimliğini de kullanarak İran ve Suriye’yi de anti-Kürt, anti-PKK ittifakına ortak etme çabasını sürdürmek istiyor.

Bütün gelişmeler içerisinde AKP, yeni bir özel savaş politikası inşaa ettiğini ve bu politikayla topyekün olarak Kürtleri/PKK’yi tasfiye edeceğini düşünüyor.

Bu nedenle de devlet içinde istediği gibi reform ve açılım paketleri hazırlıyor.

Güney Kürtlerini tanıyıp, Kuzey Kürtlerine de AB’ye uyum çerçevesi içinde bazı haklarla “Kürtleri tanıyoruz” söylemini üreten AKP, Kürdistan’da yürüteceği yeni savaşa meşruiyet arıyor.

Bu durumu, “AKP ve ABD ittifakı, dıştan PKK’yi, Kürtleri daha fazla tecrit edip, herkesten Kürtlere dönük yürüttükleri soykırım saldırılarına destek almaya çalışırken, diğer yandan da içte de AKP iktidarını güçlendirecek bir yeni rejim yapılandırması yaratarak, bu temelde Özgürlük Hareketimizi tümden imha ve tasfiye edecek bir saldırı yürütür hale gelmeyi hedefliyor” şeklinde değerlendiren PKK’nin yetkilileri bu duruma karşı her zamankinden daha hazırlıklı olduklarını söylüyorlar.

Peki PKK ve Kürtler bu konsepte karşı nasıl bir hazırlık içerisindeler?

Tayyip Erdoğan’ın son gezilerinde eksik kalan noktaları tamamlamak istediğine dikkat çeken PKK’li yetkililer, eğer AKP yeni oluşturduğu tasfiye politikasının hazır olduğunu düşünürse çok kapsamlı imha ve tasfiye askeri/siyasi operasyonlara girişecektir.

AKP, Türk devletinin yeni savaş gücü olarak kendisini dışa vuracaktır. AKP’ye verilen görevin Türkiye’deki demokrasi güçlerini ve Kürtleri tasfiye etme rolü olduğu konusunda yoğunluklu yorumlar yapılıyor.

Ancak temel bir durum var ki iyi görülmesi gerekiyor.

Türk devleti siyasal, toplumsal yapısı en kırılgan ve parçalı bir durumu yaşıyor.

Ne siyasal yapı ve aktörler, ne de toplumsal alandaki kurumlar Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu çok da ileri götürebilecek durumda değildir.

Türk ordusu PKK’ye karşı yıpranmış, çete ilişkileri ile toplumda itibarı zedelenmiş, siyaset ise alternatif yaratmayan bir durumdadır.

Siyasal gözlemciler; “Tehlikenin büyük olması yanında avantajların ve Kürtlerin kesintisiz topyekün direnişinin de olduğuna dikkat çekiliyor.

Bunun için ideolojik alandan başlayarak, politik alanı etkili bir mücadele alanına çevirecek olan Kürtler, kendi aralarında birliği sağlayıp; esaslı bir silahlı direnişle kendilerine karşı tasfiye politikalarına karşı çıkacaktır” belirlemesiyle yaşanabilecek olanların AKP de dahil hiçbir gücün mevcut durumda kendisini kurtaramayacağını iyi görmesi gerekiyor.

Duruma bir bütünlük içerisinde bakılırsa “Çözüme de tasfiyeye de açık olan bir sürecin” özelliklerini taşıyan bir döneme girildi.

Yeni başlayan bu dönem için Kürt Özgürlük Hareketi kendisini daha örgütlü, daha hazır ve geçmişte dayatılan tasfiye girişimlerine karşı verdiği mücadele ile daha deneyimli olarak değerlendiriyor.

Yeni dönemde kendilerine dayatılan zemin ve ölçüler içerisindeki çözüm yerine olması gereken zemin ve ölçüler içerisinde çözüm tartışılacaktır.

Aksi takdirde ise Türkiye başta olmak üzere bölgede çok büyük alt-üstler yaşanacaktır.

Kürtler ise kaybedecekleri bir şeyi olmadığı gibi kazanacağı çok şeylerinin olacağını düşünüyorlar.

Dolayısıyla 1973’ten günümüze kadar gelen Kürt meselesini öz dinamikleri yerine istediği gibi anlayıp çözmeye çalışan Türk devletinin siyasetçilerine dayanarak anlamak çok yanlış olur.

“Açılım” söylemini her cumartesi bir bölük cemaate ballandıra balandıra herkese yedirmeye çalışan AKP’ye dayanarak süreci anlamaya çalışmak ise gerçekten çok büyük basiretsizlik olur.

Hele Amberin Zaman gibi gazetecilerin kendi cümleleri arasına başkalarını sözlerini iliştirerek Kürtleri Türklere ve Kürtlere satmaya çalışan gazetecilerin yazdıklarından da öğrenmeye çalışmak büyük bir yanılgı olur.

Doğrusu tarihe bakıp günümüzü anlamaya çalışırken meselenin ana dinamiklerinin ortaya koyduğu düşünce ve eylemler ile meseleyi getirdiği boyuttur.ANF