gönderen azad_26 » Prş Haz 24, 2010 7:17 am
İkinci AKP Hükümeti dış politikada, "komşularla sıfır problem" sloganı ile yola çıktı. Bu eksende de Suriye ve İran'la İslami kimliğin daha öne çıktığı yeni bir dönemin başlatıldığı havası estirildi. Oysa, söz konusu ülkelerle yapılan ikili ve üçlü anlaşmalar, güvenlik ve iş birliğinin ötesine geçmedi. AKP, Kürdistan'ın büyük bir bölümünü denetiminde bulunduran üçlünün yeni bir Kürt kapanı etrafında bir araya gelmesini hedefledi.
"Dışarıda" komşularının "desteğini" alan AKP içerde de kendi Kürt ittifaklarının yardımı ile "açılımı" devreye sokarak, Kürt siyasal iradesini kırma hesapları yapıyordu. Kürtler adına yapılacak açılımın da ancak kendisi tarafından yapılabileceğini düşünen AKP, Kürt "varlığını" fiziki olarak tanımanın ve Kürtçe TV açmanın Kürtler için yeterli olacağını düşünmüş olmalı. Zira, AKP'nin Kürt danışmanları, bu girişimlerin, "Devletin seksen yıllık politikaları için özür dilemesi" olduğunu, böylelikle de sorunun çözümünde en önemli eşiğin aşıldığını savunuyorlardı.
Seçimler sonrası parlamentoda Kürt Grubu'nu muhatap almayan Başbakan Tayyip Erdoğan, açılımın ardından bu gruba koşulsuz şartsız kendisini desteklemelerini, adeta iradi bir teslimi dayatmaya başladı. Parlamentodaki Kürt siyasetini teslim almaya çalışan Hükümet bir yandan da Kürdistan sınırlarında yapılan askeri yığınakla savaş hazırlıklarını sürdürüyordu.
Buna rağmen hem PKK hem de parlamentoda bulunan Kürt muhalefeti açılım sürecinin, en azından sorunun tartışılmasına hizmet edebileceği düşüncesi ile uyarılarını yapmayı sürdürdü. Bu eksende, Abdullah Öcalan'ın İmralı Adası'ndan yaptığı çağrı üzerine Kandil ve Maxmur'dan yola çıkan Barış Grupları sürecin önünü açmak ve katkıda bulunmak amacıyla Habur'dan giriş yaptı. Çağrıya verilen karşılık karşısında, Kürt Halkı'nın göstermiş olduğu ciddi sahiplenme Kürt siyasallaşmasının geldiği düzeyi hesaplayamayan iktidarda ilk sarsıntıyı yarattı. Kürt iradesi kendini hissettirince açılımın önündeki Kürt ifadesi kaldırıldı, yerine Demokratik Açılım dendi.
Kürt tarafının uyarı ve katkıları karşısında AKP inisiyatifi ellerinden kaçıracağı endişesine düştü. Basına da yansıdığı kadarıyla bazı AKP milletvekilleri ile Anayasa Mahkemesi'nin bazı üyeleri Ankara dışında bir otelde bir araya geldi. Buluşmanın ardından Anayasa Mahkemesi 11 Aralık 2009'da DTP'yi kapattı. Bir hafta geçmeden bu kez 25 Aralık günü Kürt siyasal kadrolarına dönük bir sürek avı başlatıldı. Hükümet, siyaseten başaramadığını, "KCK operasyonu" adı altında başlattığı kuşatmayla sürdürdü. Davanın müdafi avukatlarından Engin Cinmen'in deyimiyle, "uyduruk bir çok iddiayla açılan dava Kürtler'in elindeki belediyelerin içini boşaltmayı" amaçlıyordu. Bu yolla Kürt siyasal kadroları devre dışı bırakılacak, Kürt siyasal hareketi çökertilecekti. Bu da tutmadı.
Demokrasi de ayaklar altına alınınca bu sefer açılımın önündeki demokrasi ifadesi de ortadan kaktı. Tamamen muğlaklaşan sürece bu kez de Başbakan tarafından, "Milli birlik ve kardeşlik" gibi çok şey söylüyormuş gibi görünen ama özünde seksen yıllık hamasetten bir santim uzaklaşamayan bir ad kondu. Her salvosu Kürt siyasal direnci karşısında tutunamayıp devre dışı kalan AKP, gittikçe daha da kural tanımaz bir tarz geliştirdi. Son olarak Anayasa değişikliğine ilişkin, Kürt tarafının uyarı ve taleplerini dikkate almayan AKP, Anayasa paketinde Kürt sorununa ilişkin somut hiçbir düzenleme yapamayarak tutumunu da netleştirmiş oldu.
Bunun üzerine Abdullah Öcalan, AKP Hükümeti'nin 2002 yılından bu yana kendilerinden beklemelerinin istediğini, anacak buna karşın hiçbir somut adım atmadığını belirterek, 31 Mayıs itibarı ile kendi iradesiyle devreden çıktığını ilan etti. Bu sırada, PKK'nin Kürt sorununun siyasal çözümüne ilişkin olarak yaptığı, "mücadelemizin tek hedefi, 'siyasal diyalogla çözüm bulma' doğrultusundaydı. Şimdi bunu söylemeyeceğiz. Hedefimiz değişiyor" açıklaması, olası yeni bir çatışma ortamının daha önce yaşananlardan çok daha farklı olacağının habercisi niteliğindeydi.
AKP Hükümeti'nin yanıtı gecikmedi. Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 16 Haziran'da, İtalya'dan yeni savaş helikopterleri ile ABD'yle yeni silah alımları için anlaştıklarını açıkladı. AKP resmen sorunun silahla çözüleceğini ilan ederken, yeni oluşacak Kürt karşıtı bir blokun da temelini attı. Avukatları ile yaptığı son görüşmeden yansıyan bilgilere göre, gelinen noktayı değerlendiren Öcalan, Başbakan'ın 15 Haziran tarihli grup konuşmasını kast ederek, "Burada ne olacağım da belli değil, beni burada yarın bile öldürebilirler. Erdoğan dünkü konuşmasında beni tehdit etti. Ama ben direneceğim, kimliğimden, onurumdan taviz vermeyeceğim" diyerek karşı karşıya bulunduğu tehlikeye dikkat çekti.
İki hafta içerisinde gerçekleşen PKK eylemleri ile geçmişten çok daha kapsamlı bir savaşın yaşanacağı da anlaşıldı. Hükümet, "Taşeron" söylemi ile sorunu yabancılaştırmaya çalışırken, basın da adeta yeni bir, "Kırmızı pazartesi" tezgahının hazırlığına soyundu. Uzun zaman sonra ilk kez AKP'ye uzak görünen bazı isimler Kürtler'e karşı girişilecek topyekûn bir saldırı için AKP ile bir araya geldiler.
Taraf Gazetesi yazarı olmasının yanı sıra polis akademisinde de uzun dönem öğretim görevliliği yapmış olan Önder Aytaç, 17 Haziran günü Fettullah Gülen Cemaati'ne ait bir televizyon kanalına yaptığı değerlendirmede, Öcalan'ı kastederek, "Madem elinizde, alacaksınız karşınıza dersiniz ki, 'Eğer Türkiye'de bir ay içerisin de bir yaprak kımıldarsa, bu terörü bitirmezsen, o zaman seni öldürürüm, seni idam ederim, seni asarım.' Bakın bakalım bu olayların hepsi bitmiyor mu! Bitmiyor mu? O zaman alır asarsınız, öldürürsünüz. O zaman geleceği kurtarabilirsiniz. Çünkü gelinen noktada yapılan eylemlerin bir üst sınırı yok. Abdullah Öcalan ölse de, yaşasa da'' diyerek resmen tehdit kapısını araladı.
Gülen cemaatinin denetimindeki bir çok yayın organı bu haberi kullandı. Türk ceza yasasından idam cezasının kaldırıldığı düşünülürse, Aytaç'ın bazı güçleri açıkça cinayete teşvik ettiği söylenebilir. Aytaç, bunu bilecek kadar hukuk bilgisine sahiptir. Aytaç'ın amacı böyle bir cinayete ilişkin toplumsal tepkiyi ölçmenin yanı sıra Öcalan'ın sorunun çözümünde oynayabileceği olası rol konusunda insanların aklını karıştırarak bu olasılığın önünü almaktır.
Elbette Aytaç bu çabada yalnız değil. MHP'li Prof. Ümit Özdağ da, o günlerden başlayarak, katıldığı televizyon programlarında Öcalan'ın İmralı Adası'nda avukatları ile görüştürülmemesini, hatta "enterne" edilmesi gerektiğini yüksek sesle dile getirmeye başladı. Bu iki isim hemen her gün birden çok televizyon kanalında bu görüşlerini seslendiriyor. Mesele bu iki "uzaman"ın fevri çıkışları olmayacak kadar sistemli bir hal almış gibi görünüyor. 20 Haziran tarihli Milliyet Gazetesi İran'da faaliyet gösteren Cundullah hareketinin Lideri Abdülmelik Rigi'nin İran rejimi tarafından idam edilme haberini, "İran Aposu'nu astı" başlığı ile vererek Doğan Grubu'nun da bu psikolojik savaş cephesinde yer aldığını gösterdi.
Kürt direnci karşısında kendinden önceki iktidarlar gibi sallanmaya başlayan AKP megalomanisi, eşi görülmemiş, hesapsız bir saldırının hesapları içinde görünüyor. Her Kürt kalkışmasını önderini katlederek, kıyım yaparak sonlandıracağına inanan Ankara geleneği, bu sefer her hesabını en az on kere düşünerek yapmalı.::ANF.